- ya açmazlar?
dilemma müptelası...
- onlar sana lazım. sonuna ya da sonsuza dek... biri bana şöyle dedi: aç...
- bir dakika... kim?
- lütfen... tanıyorsun onu... izin ver de söyleyeyim:
açmaz, çaresizlik... adı her neyse... işte o, hayatını bir noktaya odaklayıp oraya yığmaya başlayan her insanın, o noktada yaşanan sorunlara karşı elinin ayağının bağlı olması durumundaki acizliği, edimsizliğidir.
acıdan kavrulup erimek, kahrolmak ve dirimi ölü olarak tatmak raddesine geldiyse açmaz; kısım kısım çentilerek yavaş yavaş yarılmaya ve bulanmaya başlar kalp...
kalp bulantısı başkadır.
o sesten özge sesleri duymaktan vazgeçmiş kulakları kind hearted woman'ı dinleye dinleye epritip güneşi bir günebakanmışçasına beklerken yarasalaşıp itiverebilmek ve ölümün buz gibi eşiklerinde oturarak oyun oynadıktan sonra, içinizdeki anneden azar işitmek ve bunun doğurduğu utancın tadını yeni yeni alırken kaburgalara abanan usançtan öleyazdığınızı sezerek kahrolmaktır.
yapılan aymazlıklar için yakınmanın boş, onmazlıklar için ağıt yakmanın bomboş olduğu görmek; histeri nöbetçilerine selâm verip inleye inleye uyumaya uğraşmak, kaygıların kişiyi sürdüğü kıygınlığa aldırış etmemek için mahvolmaktır.
cılızlığın sinir bozucu sırıtışlarıdır.
acziyetin tumturaklı bakirelerine göz dikmektir.
erksizliğe düşman olmanın başlangıcı, tüm düşmanlıkların yararsız ve dahi zarar dolu olduğunun onanışının sonudur.
süreçle sonuç, ilerleme ile doğurgu arasındaki bağı görüp kendi kendine ilenmektir.
zaman zaman aşık olup esrimek, zaman zaman v tipi kırılmaların söz konusu hayattaki yokluğuna sövgüler yağdırmaktır.
çaresizlik.
tat ve tuzun hiç yaratılmamış olduğunu sanacak hâle gelmektir.
mizar sustu... fötr şapkasından atlayıp heyecanla düşüveren yağmur damlalarına bakakaldı...
sustu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder