zifirî karanlık.
soğuktan çatırdayan duvarlarıyla geçinmeye çalışan serin bir oda...
el yordamıyla bulup oturduğu koltuktan kalkan tozların tekmeleriyle aksırma sınırına gelip geri giden; üşümüş, bitkinleşmiş ve çok az görebildiği tabana belli belirsiz ilişmiş çıplak ayaklarına değen çepellerden ötürü tedirgin bir hâlde ağır ağır, derin bir uykudaymışçasına soluklanarak iyice kararmış, bir hâlde duran deli, elini, gömleğinin göğüs cebine götürerek sarmasını çıkartıp yavaşça yaktı.
ay ışığının sızdığı, ıssızlığın sarındığı rüzgâr tüm o tuhaf fısıltıları -fakat en güçlülerini- kopararak, ölümün tabut rengi gözlerini önüne katarak zorluyordu pencereleri...
o.
gırtlakta dönenip oynadığı bu kıvrak oyunu ciğerlerde sürdüren kenevir istiminin ürpertiye doymuş içine sekip onu biraz olsun ısıtabilmesini umarken irkildi!..
bir çift göz görüyordu.
biri mavi.
öteki kırmızı.
ürperti tüm bedenini ve benliğini sarıp kabartarak üç yerinden çentince, o, kayboldu.
koltuğun üstünde sağa sola çıvarak patırtı ve toz kümecikleri çıkardılar; biri frağı öbürü çuval benzeri libasıyla, sessizliğin en dayanılmaz hâlini odanın her köşesinde doğurarak tavana sıçrayıp oradan çatıya geçtiler.
tavanda herhangi bir delik yoktu.
mavi ve kırmızı gözler görünüp kaybolmuşlardı fakat şimdi bu iki yabancının yanındaydılar.
ay ışığı, dolunayın önündeki gri bulutun göbeğini delik deşik etmedikçe tüm hatlarını belli etmek için sarfettiği çabanın sonucunu istendik sonuç olarak alamayacak ve bu "yarı opaklık"a boyun eğecekti...
ışık kendi savaşımıyla meşgûl iken bu dörtlü ursa major'ün diplerinde, yerkürenin her gün, naz ile, bir kez sırt dönüp bir kez de yüzünü gösterdiğio yerde, bir yerde bağdaş kurmuş uçuştan bahsediyorlardı.
"soğuk uçuş..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder