ARA

Ben

Fotoğrafım
Kıyameti koparacaksın önce... Cenneti ondan sonra yaratabilirsin.

1 Şubat 2010 Pazartesi

deliler ve epilogsuzluklar-19

dilemma müptelası, mizar'ın dilinin altındaki bakla oldu...

ve çıktı...

dedi:

çürümeye yüz tutmuş bir aşkı ondurup diriltmek için yeltendiğimizde elimizde bulunan iki ihtimal; yani, daha fazla bağlanmak ve iyice kopmak, bize aşkın hem sevgi, neşe ve dinginlik bağlamını hem de nefret, bungunluk ve bitkinlik bağlamını; hayatın her gerçek noktasının en acıklı anların fazlasıyla derişik bir toplamı olduğunu, öğrencilerini "uğraşmak" erdeminden uzaklaştırmak istemeyen bir öğretmenmişçesine, bir yandan bizi kararlı ve bir o kadar da çekingen kılıp bu tekâmülü bize, bizim direnme sığamızı hem genişleten hem de - yapılan yüklemedeki sürerli artımdan ötürü, dolaylı olarak - kısan bir yordamla, işlerken öte yandan bizi endişelendirerek ("endişe"yi, tekâmül edişte bulunan "acı"dan farklı görmek zorundayız, zira o acı bizi erklendirebilir lâkin bu güvensizlikten mütevellit "endişe" titrek, ürkek ve cılız oluşumuzun doğurgusu yahut doğurucusudur - ya da ikisi de...) öğretir.

semirtip erginleştirdiğimiz, üstünde oynamalar yaptığımız, uyduruk ve düzmece olanlarını dahi icat ettiğimiz, bizi kendi yalanımıza kandırabilen ve uğruna öleyazdığımız, öldüğümüz ilk duygumuz aşktır; öbür duygularımız bizi ya körelttikleri ya da toy kaldırdıklarından yahut kendileri "töz"ün mutlak göynüklüğünden uzaklaşıp bozunuma uğradıklarından ötürü "aşkın tuhaflığına" sahip değillerdir.

tutku, sağduyu ve sapınçsız düşünmenin ümüğünü sıkan dürtü, güdü ve duygularımızın tümüne verdiğimiz çok genel bir addır ve tümelliğinin karşısında çok iri bir tikellik mevcuttur; "tutku", insanın, kendisinin güdümüne sokabildiğinde yararlanabileceğini düşündüğü bir şeydir fakat tutkular yönlendirilemez - öz doğrulumlarından vazgeçmez, yönetilemez - lâkin yönetir, öldürülemez - varoluşun kendisine ildirilmişçesine yaşamaya devam eder - ve savuşturulamaz (bu kip olarak mümkünse de san olarak değildir) , kovulamazlar. tutkular örtülürler. onlar toprağa da gömülürler. fakat onlar köstebek gibidir. nereye kapatırsanız kapatın, nasıl saklarsanız saklayın soluk alıp vermelerini işitirsiniz. yönettiğiniz şey bu sesleri yorumlayarak kendinizde oluşturduğunuz "temel sanı"dır. köktenleşmesi o denli çabuk olur ki insan bunun bir "sanı" olduğunu fark edemez.

aşk bir tutku, hem de kişinin kendi yaşantılarının, düşüncelerinin, saplantılarının, açmazlarının, görmüşlük ve görmemişliklerinin ihtiva edildiği bir yeti aracılığıyla kurcalanıp bazı değişikliklere maruz kalarak gürbüzleşmiş, körpelik ve iğdişlikten iyice uzaklaşmış bir tutku olduğu için sağduyu, öngörü, uslamlama, anlam, imlem, bağlam gibi ussal öğeleri epritip bozmasa da onları kendi örüntüsüne katıp başka bir varlığın üyesi gibi var olmalarına yol açınca bir başkalaşım söz konusu olacağı için onları, ilk iyelerinden koparmış olarak, yok etmiş - onlara başkalarını ikame etmiş - yahut onların ait olduğu zihnin büyük bir kısmını değiştirmiş olur.

bu sebeplerle, âşık olan, başkalaşmıştır; fakat âşık olunana karşı hissedilenler âşık olmadan önce yahut âşık olurken hissedilenler olduğu için âşık olan, aşkının varlığını kanıtlamak, bu duyguya sahip olanın kendisi olduğunu fark edip fark ettirerek "kendisi" olmak için, kendisinin bir başkası olmadığı ya da olmaya başlamadığı savına dayanak bulmak için âşık olmadan önceki kişi olmak zorundadır; çünkü başkalaşıma uğrayan birinin hissî ve fikrî vaatlerinin varlığı veya varlığının yerleşikliği, sabitliği üstündeki mukavemetine dair kuşkular âşık olunan tarafından, belirtikçe veya zımnen, sözel veya davranışsal yolla bildirime içerik kılınırlar. korkmak veya kuşkulanmak âşığın maşuka, daha doğrusu onun varoluşuna, onun kendisine ilişik unsurlarına, ona karşı hissettiklerine ve o insanın, âşığın ona dair yorumlarıyla kendi zihninde kurduğu "yeni yaşamına" ildiği düşünü, duygu, eğilim, anlayış ve yargılayıp kavramlaştırmaların tümünün hem doğurucusu hem de doğurgusudur. âşık, aşkın haricindeki tüm hislerini ve aşkı ona kattığı düşüncelerden farklı tüm düşüncelerini de karşısındaki kişinin yaşantılarına, o anına ve geleceğine - çitmeler, üleştirmeler, zamklayıp aparmalarla; kısacası, şu ya da bu şekilde, ama yapıp etmelerinin dokunaklı bir yordamla oluşmasını sağlayacak bir şekilde - sızdırmak için uğraşıp o yaşantı, an ve geleceği bir yerlerinden kerterek onlara kök saldıktan sonra o benlikte yuvalanmak ister.

aşk, en başta, "ona katılarak o oluvermeyi arzulamak" iken başlangıcın kendisi süreç olma durumundan kurtulup sürecin başı olmaya erdikten yani aşkın bu ikilice yaşanmaya başlanmasından, "âşık olunduktan" sonra "ona katarak onun yavaş yavaş 'ben' olmasını arzulamak" hâline gelir; çünkü insan, işin başında teşhissiz, saptamasız ve dolayısıyla savunmasızdır. birini dövünce görülenleri değil birince dövülünce görülenleri görmeye eğimlidir. karşısındakinin eksikliklerini tespit etme, yaptıklarını okuyup yapabileceklerine ilişkin çapraz çıkarımlarda bulunma gibi edimlerden ziyade sığınıp onma, doğrulma, aymazlığı öldürme gibi istemelere sahip olduğu için seçenekleri değerlendirmez, seçenek aramaz, bilinci dâhilinde seçenekler yoktur ayrıca "seçenek" kavramının öz yapısı o evrede herhangi bir zihinde yer alan "seçenek"e göre çok değişik ve fazlasıyla örtüktür; çözülmesi gerekir, fakat o aşamadaki biri için analitik edimlerle meşgul olmak hem yıpratıcı hem de - neredeyse - olanaksızdır. insan, bunlardan ötürü, oraya, sevgiliye kaçar; bu mağara onun için, o anda, iltica anından hemen öncesinde yaşanan sıkışıklık ve dağdağa göz önünde bulundurulduğunda yeterlidir; lâkin zaman geçip kişi bulunduğu ortamın nakıslığının farkına vararak tamamlanması gerekenleri düşündükçe o oluverildiğinde karşılaşılacakların neler olduğunu anlar ve onun yavaş yavaş öbürü - bu, şu, öteki - olmasını arzulamaya varır. ilk dileği bir ivedilik içerirken ikincisi tavsama yanlısıdır. insan görmek ister. neler olacağını anlamak, ditmek, kurcalamak, çözümlemek ister. bu usun kendini fark etmesinden ileri gelir. âşıkken - yahut aşkın ilk aşamalarında - bunu yapamamamızın sebebi de budur. usun kendini bilmekten ıraması, yani bizim öz bilincimizin örselenmesi bizi rasyonel devinimlerden koparmaya başlar. fakat "içeri girip" farkındalığımızı yeniden kabartarak dolgunlaştırdığımızda bu erki tekrar kazanırız. bu yüzden ilk dilek ivecenliğimizi imlemekteyken öbürü sağgörülülüğümüzü ve soğukkanlılığımızı imler.

tüm bu bahsedilenlerden ve nicelerinden ötürü, aşk, okunup çözüldükçe yorarak sancılandıran ve çözüldüğünde saçmalıklaşayazmaktayken bir anda ortaya çıkan yeni açmazlardan ötürü makulleşiverip tekrar "okunup çözülmesi gerekenler"den biri hâline gelerek saçmalıklaşayazamayınca bir düşman olarak görülmeye başlayabilir. zira insan mantığa bürümeye yatkın bir varlıktır ve çözer ya da çözemez, çözülmeye değer görmediklerine ve çözemediklerine basit, derin, pek karmaşık, zor ya da saçma der; basit olanı görmezden gelebilir lâkin saçma dediği her zaman zihninde, orada bir yerlerdedir. bu duygu, bu sayılanlardan mütevellit bir çözelti olduğu için...

insanı çıldırtabilir...

...

ikisi de birbirine baktı...

birinden biriydi... hangisiydi göremedim ama dedi:

- şimdi yatma vakti...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder