uyuyamıyorum... rüzgâr geceyi koynuna almış; cadde cadde, sokak sokak geziyor ve açık kalmış pencerelerin imkân tanıdığı hafif meşreplikle perdelere sırnaşıyor. perdelerse memnun gibi... fısıldaşıyorlar, korniş çıtırtılarını yuta yuta sarhoşlaşarak fısıldaşıp gecenin yoğun, baş ağrısı gibi yoğun ve içten serinliğine katılıyorlar. köpekler havlıyor. perdeler havalanıyor. aklımda binlerce cümle, sonu gelmeyecekmişçesine devridaim eden düşüncelerimi sarmaladıkça, ölesiye efkârlanırken, ölümden dönüp hâlime şükretmeyi diliyorum. çünkü evham, bitmek bilmeyerek bitlendiriyor zihnimi. kaşınıyor. kafamın içine binlerce sinek sokulmuş gibi huzursuzlaşınca, hem tüm bu vızıltıyı kesiverebilmek hem de kaşıntıma "uyuşarak düşüncesizleşmek" ilacını çalıp sayrılı ahvalimden ırayıvermek istiyorum...
insanlar... çok yakınımda ve pek uzağımdalar. farklı göstergelere farklı göndergeler ildirince ayrışmadan edemiyor, görüngünün içyüzüne başka başka tanımlar yapıyoruz ve elimizde ayrışmaktan daha fazlasının kalması için uğraşmak beyhudeleşiyor, beyhudeleştiriliyor. insan dünyaya kendisinden daha fazlasını yeder: varoluşunu. bununla yaşamak, bunu yaşatmaya çalışırken incinip incitmek mecburiyetinde kalmak ve bir sağa, bir sola, bir esrik gibi kapalı ve tortulu bir bilinçle değil evladının yaralandığını görüp yelmeye başlayan, tüm gücüyle çırpınarak ona yardım etmeye çalışan bir anneyle benzeşerek ulanmak yıpratıcı, yorucu ve bezdiricidir. evhamlarımı dindirmeye - öldürmeye - çalışıyorum. ikirciklendirildikçe doğanın kanunlarının ve kanunsuzlaştırılmaya çalışılışının doğurduğu dilemmaların kokusunu duyuyorum.
annem derdi: uyuyunca geçer.
uyuyayım o zaman...
ama...
ben anne sözü dinlemem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder