- ne istediğini biliyorum azizim... çiçekler, böcekler, koskoca bir kır ve deliler gibi koşmak, koştukça içindeki bu anlamsızlıktan mütevellit bulantı ve bunaltıyı dindirebileceğini sanarak imanın en saçma hâllerine sarılıp rahatlamaya çalışmak ve böylece ölesiye yaşamak... ama vakit kaybıdır bu, hayallerin, hayallerinin kaburgalarına kenetlediği çepel; tüm dünyanın yükünü omuzlarında sanışın ve diğerleri... hepsi, vakit kaybı; yaşamak bile vakit kaybı, çünkü kaybı olan bir "vakit" veriyor sana; oysaki her şey çok daha farklı olabilirdi, hiçlik, varoluşun rahatsızlığı üstüne kurulmuş bu evren çok daha farklı olabilirdi... gülücükler manasız, ağlayışlar dokunaklılığa sahip olmaksızın var olabilirlerdi... niçin varlar?
mizar... dedi:
- ben acı çekebileyim diye... acı çekebilerek, acısızlığı isteyip çiğ süt emmişliğimi görünürleştirebileyim diye...
müptela dedi:
- ya sen akıllanıyorsun ya da ben savruluyorum...
mizar dedi:
- kaçamayacağın biricik gerçek kaldıysa söylenecek pek fazla bir şey yoktur; bu sebeple, ne benim rasyonel olmaya başladığımı sanmalısın ne de kendi varoluşunun değişmeye başladığını... sadece tek bir gerçek kaldıysa söylenecek pek fazla şey yoktur; işte, senin üstündeki bu gerilim de bu "söylemsizlikle" ilintili... sanırım bazen sen de duygusal düşünüyorsun, tüm bunların yalnızca "acı çektirici" olmasına katlanamayıp cevapsızlığına kılıf arıyorsun; lâkin kabul et ve kurtul: ben acı çekebileyim diye... acı çekebilerek, acısızlığı isteyip çiğ süt emmişliğimi görünürleştirebileyim diye... varlar...
- kabul et ve kurtul...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder