yamaçta, doruğa bakıp güdülenmeye bile takati kalmadığı için salt "gitmek" ereğiyle çabalayan bir dağcının; taş ve kayaların üstünde -oradan oraya seğirtip durduktan sonra- kıvrılıp bekleyen parmaklarının sunduğu figürlerle benzeşen figürler sunarak ensesine, şakaklarına, alnına ve kendi haline bırakılmış sakalına dökülen saç tutamları; seğirmeyle sıkı fıkı olan, çekik sayılabilecek hafif basık elâ gözleri, sardığı vücuttan ziyade vücûdun barındırdığı o tılsımdan ötürü kıvanır gibi duran urbasıyla, ceviz masasının köşesine ilişmiş bir hâlde ve ona onun ardında bir şeyler görürcesine bakarak oturuyordu -ve belki de uyku hâlindeydi.
iptilası ve efkârın tuhaf, sezdirisiz istilasının onca karşılanışlarıyla ilintili meşgûliyetiyle savaşır durumda idi...
o, mîzar'dan daha soğuk ve belki biraz gaddar, biraz da berduş idi.
mizar ıslak ve hüzünle parıldayan sokaklarda gezerken, dilemma müptelası ceviz masasında, demelerdeydi...
dedi:
sonun, yok etmelerin, yani şu abstre katliamların başlangıcı ile başlangıcın, yani alışılagelmiş yaşama düzeninin, inancın ve temel mefkûrelerin sonu, yok edilişi arasındaki benzeşmeler yüzünden bîtap düşer düşünen.
felsefenin ve sorgulamaların varlık sebebi olan "yok ediliş" (onlar yok edilmek ve yok etmek için doğarlar) eylemini peydâ etmek için uğraşmakla mı meşgûlüm; yoksa dosdoğru başlangıcımı, varlığımı bir felsefî oluşum -belki bir hayâl- olarak görüp kendimi ya da haricimdeki her şeyi 'hiçleştirmeye' mi çalışıyorum?
başlangıcı mı yok ediyorum, yoksa yok etmelerin başlangıcını mı arıyorum?..
ben, yok etmeliyim!
ama kendimi değil; sorularımı, sorgularımı ve belki de fenomen bağlamındaki varlığımı... ama kendimi değil.
numenleşmeliyim...
sorular örtbas edilince veyahut onlara işkence çektirip susturulmaya çalışılınca ölmezler; onlar, yanıtlarla ölürler...
ben, öldürmeliyim!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder