sokaklar ıssız, yağmurlu ve tusuya susuzdu...
dedi:
yıldızlar orada!
ve bolca...
ya zaten benim içinler ya da benle hiçbir alâkaları yok.
benim için ise onlar, aynı zamanda "onlar" -kendileri- içinler...
yalnız benim için değiller yani...
sağın ve saltık da değiller.
öyle olsaydılar, umutlu olabilirdim; fakat insanlar...
onlar hayâlleriyle kirlettiler onları, bozundular.
kendileri değiller...
görüngüce...
numen hâlleriniyse ben bulamam!
yalnız benim için değiller yani...
ve şâyet benim için değilseler...
gözlerin onlara kenetlenmesiyle, fantazyaların en cafcaflı konukları olup duran dişiler gibidirler...
diri oldukları kadar ölü!..
ve güneş...
onun battığı çok oldu.
tekrar doğduğunda bilinmezliğe seğirtip dosdoğru kaburga altıma çavacak...
biliyorum.
ama ya gözlerim yumulmuş olursa?..
ve ben tensiz kalıp hissizleşmiş olursam?..
evet!
yine değersiz, yine değersiz...
sustu.
ve iç geçirdi:
aşık olup esrimek benimdi, ta ki deyip kalakaldığın o an da!..
ve kendini dilemma müptelası'ndan sıyırarak "o ayırdı" belli etti.
o müptelâ, o'nun kadar duygucu değildi zira.
daha katıksız bir usçuluk, daha karanlık bir dünya...
mizar, müptela'ya ait bir dişi idi.
ya da onun yağmuru...
müptela ise türlü türlü kılıklara giren, çok şeye benzetildiğinden bir şeye benzeyemeyen, kalpleri burup kan çıkararak ruhların ayaklarını burkup benliğin uykusunu kaçıran, bir kulak çekici ve bir esaret büzücü bir kara bulut idi...
ancak karabulut doğuranlardan mı, yoksa öldürenlerden mi? o bilinmez...
lâkin daha demedi...
diyecek.
nimbus! doğ ve mizar'dan çalıp ışı!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder