fakat neden?
ya da niçin?
kanatlanmışlar...
ve biraz zayıflamışlar sanki...
tüyleşecek kadar...
mizar... dedi:
- ve ellerinizde saklıyordum ışığı ben,
gökyüzü yeterince karardığında...
maskelerinizi indirip ellerinize umudu bırakıvermiştim.
sessiz sessiz...
ölümü koklamışçasına ürpermiş, irkilmiş bir hâl ile...
sonra gölge'nin, ışığa olan aşkını buldum.
bir kedi miyavlamasında...
ben...
artık ışık olmadan var olamıyordum...
ve.
siz.
saire idiniz...
yüzü asıldı tüm gotik mimarinin; "beş şartlı", tüm yırtıcılığıyla törpülemişti en "sivrileri".
ölmeye durmuştu çocuk ve meyve veremezliğinin suçunu dünyanın dibinden bakla bakla çıkarmak istercesine sarıldı kılıca, topa, tüfeğe; lâkin göndönümü aralığı da sevmiyormuş haziranı da, bunu öğretti deliler...
ama kastamonu, amasya, sinop falan; yani o civarlar, "gün dolundu" derlermiş ya... işte o bile doyururdu karınlarını.
anlaşılmazlaştırılmışlığa tâbi kılınmıştı belki ve kılınıp duruyodu cenaze namazı... istememesine rağmen.
dilemma müptelası:
- neyi? cenazeyi mi, namazı mı, tutsaklığını mı, yoksa beni mi?
"hiçbir şeyi" idi yanıtı... fakat aslında, duyulmadı, o yüzden bilinmedi yanıt, tutmadı da zaten yıkık evinin tarumar olmuş köşelerine döktüğü yılgınlık boyası...
dilemma müptelası... dedi:
- sen aslında hiç büyümedin, büyüyemedin çünkü... doğuştan yaşlı olanların makus talihi budur.
ve her şey o denli acı veriyordu ki her şey -kirli, pasaklı, çepelli elleriyle- yüksek doz haz temin ediyordu ona... fakat, evet bildin azizim, bu... suçtu.
onların tiksindiğinden zevk alıyor olmak, onların yiyemediği her haltı yiyebilmek demektir ve kendi isteklerini "isteksizlik" yanılsamalarıyla örtmeye çalışırken saklayamadılar benliklerini gerçekten doyuranların ne olduğunu...
tükürmeye başladılar...
mizar dedi:
- her yerimden kan geliyordu... yemin ederim.(niçin?) her neyse, sanki parçalanmamıştı bedenim. sanki kan deryalarında yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş ve en sonunda kıyıya vurmuştum...
ve o, her zaman dediğini dedi -tutamadı kendisini:
- niçin'i anlarım da 'neden'?..
ve her şey o denli acı veriyordu ki her şey -kirli, pasaklı, çepelli elleriyle- yüksek doz haz temin ediyordu ona... fakat, evet bildin azizim, bu... suçtu.
onların tiksindiğinden zevk alıyor olmak, onların yiyemediği her haltı yiyebilmek demektir ve kendi isteklerini "isteksizlik" yanılsamalarıyla örtmeye çalışırken saklayamadılar benliklerini gerçekten doyuranların ne olduğunu...
tükürmeye başladılar...
mizar dedi:
- her yerimden kan geliyordu... yemin ederim.(niçin?) her neyse, sanki parçalanmamıştı bedenim. sanki kan deryalarında yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş ve en sonunda kıyıya vurmuştum...
ve o, her zaman dediğini dedi -tutamadı kendisini:
- niçin'i anlarım da 'neden'?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder